1999 Wachowski Kardeşler yapımı, üçlemenin ilk film olan “The Matrix”in 25. yılı şerefine dünyada bir kısım etkinlikler düzenlenmiş. Bazı salonlarda tekrar gösterimler yapılmış. Filmi ilk izlediğim o dönemlerdeki heyecanımı dün gibi hatırlıyorum. 15 yıl önce filmi bir de pazarlamacı gözüyle tekrar izlemiş ve küçük notlar alıp bir pazarlama yazısı yazmıştım. Biraz gözden geçirdim, tekrar yayınlıyorum. Pek bir şey değiştirmedim desem yeridir...
10 sahne ile 10 marka okuması… Buyrun…
Sahne 1:
Filmin ondokuzuncu dakikasında Ajan Smith, Bay Anderson’ı (Namıdiğer Neo’yu) odada sorgulamaktadır. Anderson haklarını bildiğini ve telefon hakkını kullanmak istediğini söyler. Kilit cümlemiz ajan Smith’den gelir;
“What good is a phone call, if you’re unable to speak?”
(Konuşamadıktan sonra telefon etmenin ne anlamı var?)
Ve Neo’nun ağız boşluğu kapanıverir.
Marka Okuması 1:
Deriz ya hep, markayı marka yapan unsurlar vardır diye. Marka reklam değildir, logo değildir, ürün ya da hizmet değildir. Olsa olsa tüm bunların tutarlı bir karmasıdır diye. Daha uzun yazmak yerine Ajan Smith’in sözünü şöyle okuyalım; “Sürdürülebilir iletişim ve tutarlı bulunurluk olmadıktan sonra markayım demenin ne anlamı var?”
Sahne 2:
Yirmi ikinci dakikada Apoc, Switch ve Trinity arabanın içinde Neo’yu götürmekteler. Switch silahını çok soru soran Neo’ya doğrultur ve uyarır;
“Right now there is only one rule; our way or the highway”
(Tam olarak Türkçeleştirilemeyen bu kalıbın argoda pek bir fazla manası olmasıyla beraber en kibar ve yakın şekilde ‘ya bizim dediğimizi yaparsın, ya da defolup gidersin’ şeklinde çevirebiliriz)
Marka Okuması 2:
Bazen önemli fırsatlar hayatımızda bir ya da birkaç kez çıkar ve bu önemli fırsatları değerlendirmek için her zaman yanımızda bizi cesaretlendirecek bir “Trinity” olmayabilir. Derler ya; şirketler pazarlamanın ve markanın gücünü krizlerde, artan rekabette yahut satışlar düştüğünde keşfederler diye. Aynen öyle markanın yolu bu tür zamanlarda açılır. Yani “the brand way, not the highway!”
Sahne 3:
Yirmi beşinci dakikada Neo’nun Morpheus ile tanışma vaktidir. Aklındaki soruların açığa kavuşmasıdır. Morpheus Neo’ya Matrix’in ne olduğunu merak edip etmediğini sorar ve “evet” cevabını aldıktan sonra Neo’ya;
“Unfortunately, no one can be told what the Matrix is. You have to see it for yourself.” der.
(Kimse sana Matrix’in ne olduğunu anlatamaz. Kendin görmelisin.)
Marka Okuması 3:
Marka uzmanı sayımız yıllar içinde çok arttı. Hele ki şimdiki yapay zeka çağında masa başından iş yapmak çok kolay. O meşhur ‘sahanın gerçekleri’nin gözden kaçması çok muhtemel. Reklamlar, markalar, kampanyalar; tutarlı ya da tutarsız-bilinçli ya da bilinçsiz herkes tarafından eleştiriliyor. Yolu bilmek ile yoldan gitmek aynı şey değildir ya, aynen öyle “marka yönetmeyi bilmek” ile “marka yönetmek” de aynı şey değildir.
Sahne 4:
O meşhur sahne... Neo kırmızı hapı aldıktan sonra oryantasyon sürecinin başlangıcı için Morpheus ile diğer gemi tayfasının yanına giderler. Yürürken Morpheus kilit bir cümle söyler Neo’ya;
“Time is always against us.”
(Zaman daima aleyhimizedir.)
Marka Okuması 4:
Bu kısımda söylenecek şeyler çok olmasına rağmen “Zaman” kavramı üzerine de bir makale yazmanın verdiği rahatlıkla kısa tutuyorum. Her türlü marka yönetim sürecinde yarıştığınız sadece rakipleriniz değildir. Zaman markalar için hem bir maliyet, hem de bir fırsattır. Daha fazla uzatmayayım.
Sahne 5:
Neo Matrix dünyasına hazırlanırken, çöken kasları ilerlemiş akupunktur teknolojisiyle yeniden geliştiriliyordur. Bitkin halde Morpheus ile konuşmaktadır.
Neo: “Why do my eyes hurt?”
(Gözlerim neden acıyor?)
Morpheus: “Because you’ve never used them before.”
(Çünkü onları daha önce hiç kullanmadın.)
Marka Okuması 5:
Herhangi bir pazarlama aracını daha önce kullanmayan ve kullandıktan sonra getirisini gören bir firmanın sorusu olarak görüyorum bunu. Daha pek çok derin marka okuması yapılabilir.
Sahne 6:
Neo ilk kez o koltuğa oturmuş ve “Construct” adındaki yükleme programına girmiştir. Bir anlamda Matrix’i anlamak için onu yaşamaya adım atmıştır. İçeride Morpheus’un anlattıkları kafasını karıştırmış ve durumdan rahatsız olmuştur. Gemidekilerin yardımıyla dışarı çıkmak istemiştir. Çıktıktan sonra kendini kötü hissetmiş ve bayılmıştır. Bir sonraki sahnede de yatağında yatıyordur ve başucunda Morpheus vardır. Konuşmasının bir yerinde şöyle der Morpheus;
“The mind has trouble letting go.”
(Zihin eski gerçeğe takılır.)
Marka Okuması 6:
Bu cümleyi duyunca aklıma hemen Lew Platt’in şu sözü geldi; “İşletmelerdeki tek büyük sorun, daha önceki başarılı iş modeliyle kalakalmaktır.” Her yeni işletme fonksiyonu kendi devri için yenilikle doludur. Dolayısıyla işletmeler yönetim sistemlerini de çağa uygun hale getirmek zorundadırlar.
Sahne 7:
Artık Neo dönüş olmadığına ikna olmuştur. Operatör Tank, eğitim programlarını yüklemek için Neo’yu koltuğa oturtmuş ve savaş eğitim programlarını Neo’ya yüklemeye başlamıştır. Ju Jitsu, Kempo, Tae Kwon Do, Kung Fu. Tüm bunlar bittikten sonra Moprheus Neo’yu test etmek ister ve “Construct”ta dövüş başlar. Küçük bir tanıtımdan sonra Morpheus dövüş gongunu çalar;
“Hit me, if you can!”
(Vur bana, tabi yapabilirsen!)
Burada görsel açıdan zengin bir dövüş sahnesi izleriz. Neo savunmada biraz başarılı olsa da vurmakta başarısızdır. Netice itibariyle biraz dayak yemiştir Morpheus’tan. Dövüşün ikinci kısmı başlar. Neo ilk kısımda aldığı nasihatlerle daha dikkatli dövüşmektedir. Hararetli dövüş sürerken Morpheus o can alıcı cümlesini söyler;
“Stop trying to hit me, and hit me!”
(Bana vurmaya çalışmayı bırak, ve vur!)
Marka Okuması 7:
Pazarlama planları neden yapılır? Bazı şeyleri yapmayı planlamak ile yapmak çok farklı şeylerdir. Çoğu marka toplantısında fikirler havada uçuşur değil mi? Şöyle yapsak süper olur, piyasaya böyle bir ürün ya da hizmet sunsak harika olur. Rakip yapıyor, biz de yapalım vs. Günün sonunda bir bakılır, kayda değer pek bir şey yoktur ortada. Ne derler bilirsiniz, en iyi strateji uygulanan stratejidir. Morpheus bize fısıldar burada; “O projeleri yapmayı düşünmeyin, yapın!”
Sahne 8:
Dövüş eğitiminden sonra sıra atlama eğitimindedir. Morpheus zihnini özgür bırakması için Neo’ya bir tembihte daha bulunur ve bir binanın çatısından öbürüne atlar. Geminin içinde meraklı gözler Neo’yu bekler. Neo girişimde bulunur ve başarısız bir atlayış yapar, binanın tepesinden asfalta düşer. Matrix’ten çıktıklarında Neo ağzının kanadığını görür. Zihnin, gerçek olmayanı gerçek yaptığı öğütünü alır Morpheus’tan. Akabinde sorar;
“If you’re killed in the Matrix, you die here?”
(Eğer Matrix’te ölürsen, burada da ölür müsün?”)
Morpheus kısa ve öz cevabını verir;
“The body cannot live without the mind.”
(Beden, zihin olmadan yaşayamaz)
Marka Okuması 8:
Burada okuduğum şey şu ki; hiçbir marka, tüketicisi olmadan yaşayamaz. Siz isterseniz dünyanın en ucuz ve faydalı ürününü üretin, eğer tüketici bu ürünü satın almazsa, bu marka-ürün yaşayamaz. Dolayısıyla markalar daima potansiyel pazarlar arar. Mevcut pazarda kendine yer açmaya gayret eder ve şahit olduğumuz üzere çağın gereksinimlerine ayak uyduramayan markalar da teker teker yok olur. Belki 6. okumanın başındaki cümleyi hatırlayabiliriz. Eski başarılı modeller eskide kaldı. Tüketici yeni şeyler ister, iyi bir deneyim yaşamak ister ve sizde bulamazsa başka bir markaya kayar. Yani bir marka, uyum sağlamadan yaşayamaz. Çok net.
Sahne 9:
Morpheus ve Neo Matrix’te eğitime devam ederler. Halkın arasında küçük bir gezintiye çıkarlar ve Neo da sorularının yanıtını almaya devam etmektedir. Bunlar olurken Morpheus gemiden bir telefon alır ve başlarının belada olduğunu öğrenir. Hemen gemiye geri dönerler. Dijital ekrandan görünen odur ki, Sentineller çevrededir. Tek amaçlarının yabancı gemileri bulup yok etmek olan bu ahtapot makinelerin gelişi gemi tayfası tarafından pek hoş karşılanmamıştır. Gemi bir kuytuya çekilir, güç kesilir ve EMD (Elektromanyetik darbe) butonu devreye girmek için hazırlanır. Eğer bu ahtapotlardan biri gemiye saldırı yaparsa EMD butonuna basılır ve patlama bölgesindeki elektrik sistemleri etkisiz bırakılır.
Marka Okuması 9:
Sentineller ya da ahtapotların şirket ya da markalar için olan şeklinin adı “kriz”dir. Hiç hesapta yokken ortaya çıkarlar. Birden olur. Makro düzeyde sektörü etkileyen krizler olduğu gibi mikro düzeyde markaları ilgilendiren krizler de vardır ki, kurumsal reaksiyon bu durumda çok önemlidir. Eğer potansiyel krizler için oluşturulmuş bir senaryonuz (EMD) yoksa işler birden altüst olabilir. Yakın zamanda yaşanan pek çok marka krizi geldi değil mi aklınıza.
Sahne 10:
Mopheus ajanlar tarafından tutsak alınmıştır. Neo ve Trinity onu kurtarmak için Matrix’e giriş yapmışlardır. Yine klasik sahneler arasına girmiş olan bu çatışma sahnesini izleriz. İkili kurtarır Morpheus’u. Operatör Tank, gemiye geri dönüş için Morheus, Trinity ve Neo’ya en yakın telefon kulübesini tarif eder ve Metro istasyonuna yönlendirir. Sırasıyla Morpheus ve Trinity gemiye dönerler. Neo döneceği sırada Ajan Smith gelir. Neo’yu gemiden izleyen Trinity Neo’ya kaçmasını mırıldanır. Neo metro çıkışına bakar, bir süre bekler ve yüzünü Ajan Smith’e döner... Kaçmaktan vazgeçmiştir.
Trinity, Morpheus’a döner ve sorar;
“What is he doing?”
(Ne yapıyor bu?)
Morpheus içinden bir tebessüm ile cevaplar;
“He’s beginning to believe.”
(İnanmaya başlıyor.)
Marka Okuması 10:
Sağır kurbağa hikâyeciğini bilir misiniz? Hani kurbağalar arasında kulenin tepesine çıkma yarışı düzenlenmiş ve deneyen her kurbağa başarısız olmuş. İzleyenler de daima olumsuz tezahürat yapmaktalarmış. Tek bir kurbağa gayretle tırmanmış ve hepsini hayrette bırakmış. İndikten sonra ona sormuşlar nasıl başardığını. Cevap alamayınca kuleye tırmanan kurbağanın, sağır olduğunu anlamışlar.
Liderlik böyle bir şeydir. Günümüze kadar gelen ve marka olmayı başaran şirketlere bir bakın. Hepsinin geçmişinde gururla anlattıkları bir “sağır kurbağa” hikâyesi vardır. Şimdi ise rekabet daha zordur. Pazarlara çok daha kolay erişilmektedir. Müşteri deneyimi, çalışan deneyimi kavramları çok ön planda. Diğer taraftan şirketlerin personel sirkülâsyonları çok fazla...
Herhangi bir hedefi başarmak istiyorsak, öncelikle inanmamız gerekmektedir. Önce inanmamız ve ardından bizim inandığımıza inanan bir ekip kurmamız şarttır.
Aynı Morpheus’un inandığı Neo gibi. Morpheus, Neo’nun “O” olduğuna o kadar inanıyordu ki kendi canı pahasına Neo’yu kurtarıyordu. Burada belki de marka ya da şirket sahiplerine büyük iş düşüyor. Her biri kendi Neo’suna güvenmeli ve önünü açmalıdır. Öyle liderlik etmelidir ki, öncelikle kendi gemileri kurtulsun, ardından da bu şirket global pazarlarda yarışını sürdürebilsin.
Comments