top of page
Yazarın fotoğrafıAbdullah Nurata

Satır Arası: Global İş Dünyasında Sıradışı Bir Lider


Uzun süredir yazmak istiyordum. Şimdiye kısmetmiş. Altını çizdiğim satırlar, aldığım notlar, çıkardığım dersler vs. Her şeyi yazamadım yine ama, sıkmadan okutacak bir metin derledim.


Kitap çıktıktan sonra hemen edinmemiştim. Biraz içeriklerini tükettim. Kıymetli Sureyya Ciliv’in katıldığı programlar, podcastlar, röportajlardan beslendim. Sonra da kitabı edinip okudum. İlham aldım…


Hızlıca başlayalım…

 

Bol göçler ile başlayan bir hayatın hikayesini çok akıcı bir dille kaleme almış sevgili Firat Demirel. Hayatında çokça göç eden biri olarak ünsiyet kurdum, yakın hissettim doğrusu. Belki ondandır bilinmez, dede Süreyya’nın vefatını anlattığı bir kısacık cümle bana derin bir iç çektirdi…

Kitabın öznesini oluşturan liderlik kıssaları çoğunlukla Turkcell yılları olsa da, geri planda bu neticeleri almayı sağlayan bir öykü bekliyor okuyucu. 


Nasıl sebepler bir araya gelirse, nasıl sonuçlar doğurur… 


Doğru sebepler, doğru sonuçlar. 


Tek önemli nokta: Bedelsiz olmaz. Koskoca bir bedel hikayesi kaldı bende.


Zira Süreyya Ciliv genç yaşta ABD’ye giderek sıradışı bir kariyer inşa etmiş ama bunun anne-babasından ayrı kalmak gibi ağır bir bedeli olmuş. Kaderin cilvesine bakın ki, çoğu insanın başarı hikayesine Turkcell ile şahit olduğu bu liderlik sürecinin de, eşi ve çocukları ile ayrı kalmak gibi bir bedeli olmuş. Hayat… Sıradışı bir kariyer, sıradan bedeller ödenerek elde edilemezdi zira. Hem ailevi olarak hem de işinde duygusal açıdan çok yıpratıcı süreçlerden geçmiş. Bu da kendisini hayata karşı güçlü kılmış. Ne mutlu…


Varlıklı bir aileden gelmesine rağmen hiçbir zaman o varlığına güvenmeyen, kendi varlığını inşa eden bir hayat hikayesi. Açıkçası çok imrendirici. Herkese, hepimize bolca dersler var.


“O yolculukta anladım ki, dâhi falan değilim. Başarıyı getiren en önemli etken muhtemelen çok sık tekrar yapmamdı.”

Tüm kitaptaki ana fikir ise benim için yine bir cümlede toplandı: “Ödül ve alkış beklemeden sorunları çözmek ve yolda olmak.” Belki üst üste gelince şöyle bir formül ortaya çıkar:


Tekrar + Düşük Beklenti + Sebeplere Odaklanmak = Başarı


Ciliv’in ABD’deki bütün üniversite hayatı boyunca babasından sadece 2.000 dolar almış olması bu başarının, ayakları üzerinde durmanın çok net bir göstergesi. Devlet bursu ve saatlik çalışmaları ile kendi gelirini oluşturup ailesine yük olmadan okumuş. Bugün belki de genç kuşakların öğrenmesi gereken en önemli şeylerden…


Öyle ki, devlet bursuyla geçindiği için Harvard’a olan borcundan dolayı diplomasını 1 yıl gecikmeli aldığını, ülkeye dönmediği için de devlet bursunu faiziyle geri ödemek durumunda kaldığını öğrendik kitaptan. Ne için tüm bunlar? İdealleri için. 


Geçtiğimiz günlerde sevgili Şehmus Oran tanımlamıştı: “Görücü Usulü Hayat” diye. İşte onun tam tersi bir yaşam okuyoruz Ciliv’in hayatında. Rastgele değil, öylesine değil, ne çıkarsa bahtına değil. Adım adım inşa ettiği, ne istediğini bildiği, kendi yetkinliklerinin farkında olduğu, eksikliklerin giderildiği bir hayat. Gayret, inanç, idealler, emek ve hakkedilmiş gururlar…

 

Ciliv’in çocukluğunda en çok yaptığı şeylerden biri şeker yemekmiş. Bu hazzını kendi hayatında bir ilke olarak benimsediği “alkol ve sigara kullanmamak” konusuna şöyle bağlamış, -ki bence üniversite dönemlerinde böyle bir düşünce yapısı oluşturabilmek dahi başlı başına büyük iş…


“Üniversite partilerinde içki ya da sigara içmemem farklı karşılanıyordu. Ama ben belli bir mantık çerçevesinde düşünüyordum. Denersem önümde iki şık vardı; ya sevecektim ya da sevmeyecek. Eğer seversem bunu tekrar yapmak isteyecek ve başımı derde sokacaktım. Kontrollü tüketim yapacağımdan da emin değildim.”
 

Hayatta emek sarf etmekten çekinmeyen, kısa yollar aramak yerine kendini güçlendiren, bedel ödemeyi adet edinmiş, dışarıdan değil de kendinden bir şeyler bekleyen insanların en önemli özelliklerinden biri hayatın getirilerine daima hazır olmalarıdır.


Zira hayatta başımıza gelen şeyler olumlu ya da olumsuz değildir. Bizim kontrolümüzde olan şey başımıza gelenler değil, ona verdiğimiz tepkilerdir. O tepkiler yaşadığımız şeyi olumlu ya da olumsuz hale getirir. Bunu bir kez düstur edinirsek hayatımızda, eminim çok daha dirayetli olacağız. Ben (de) böyle düşünüyorum en azından.



 

Süreyya Ciliv’in teknoloji kariyerinin ilk yıllarında bence çok kritik bir adım atıp pazarlama tarafına yönelmesi de bugün okuduğumuz başarıların altyapısını oluşturur nitelikte. Harvard Business School tecrübesi ile de birleşen bir cümle duyuyor ve yazılım mühendisliğinden pazarlamaya doğru bir geçiş yapıyor. Bu kariyer geçişini tetikleyen cümle, bence bizim sanayicimiz için de kulağa küpe olması gerek:


“Ürün üretmek önemlidir ama satılmayan bir ürün şirketi ayakta tutabilir mi?”

Burada dikkat edeceğimiz nokta, ülkemizde halen daha, özellikle de Anadolu sanayicimizin, ısrarla görmek istemediği nokta: Pazarlamanın katma değerli satışa olan kaldıraç etkisi. Umarım bir gün farkına varılır, ülke olarak artan bir refah seviyesine geçiş yaparız.


Bu kalkınmanın önemli parçalarından biri de şirketlerimizin birlikte aynı yöne bakan ekiplere olan ihtiyacı. Bu gözardı edilemez. Ciliv, bunu Boston’da uygulamaya başlamış ve yıllar sonra Turkcell’de de aynı şeyi yapmış. Bugün övgü ile bahsedilen dönemlerin çekirdeklerinden biri de bu yaklaşım olsa gerek.


“Birlikte ve senkronize şekilde koşabilmek için aynı vizyona inanmak kilit önemdedir.”

Gerek devraldığı Microsoft Türkiye yılarında gerekse iş hayatının geri kalanında bu yaklaşımı koruduğunu çok net hissettiriyor bize Ciliv.


 

Microsoft döneminin ilk yıllarında şaşırdığı şeylerden biri de çok sıkı takip edilen rekabet olduğunun altını çizmişim. Hatta rakiplerini takip etmesini önerdiğim bir profesyonel bu tavsiyemi sorgulayınca kitaptaki bu kısmın fotoğrafını çekip yollamıştım. Çok önemli…



Ciliv’in iş yönetimi yaklaşımında iki paydaşa çok önem verdiğine defalarca şahit oluyoruz kitapta. Çalıştığı her kurumda, yönettiği her şirkette. İlki “çalışanlar” ikincisi ise “bayiler”. Bu iki kılcal, bir kurumun başarısı için çok önemli. Bu kadar aşikâr olan iki şey halen çoğu şirket tarafından nasıl göz ardı ediliyor gerçekten aklım almıyor. Umarım farkına varılır…


Bu yaklaşımı, çalıştığı ekiplerdeki işlerin uzmanlarına tercih hakkını vererek ispatlıyormuş. Kitapta anlatılan bir hatıranın özetini yorumlarım ile burada bulundurmak istiyorum. Zira “ekip olma” konusunu çok net özetliyor:


Turkcell’de başladığı ilk dönemlerde yönetim ekibi ile yapılan bir toplantıya hissedarlar da giriyor. O toplantıda gündem satın alınacak milyonlarca dolarlık bir teknik ekipman. Bu ekipmanın hangisi olacağı kararını ekip liderine verdiriyor. Çok detaylı hazırlanıyor ekip, kendisi de ikna oluyor ve yönetim toplantısında sunuyor. Hissedarlardan biri sert bir şekilde karşı çıkıyor. Ciliv, kararın arkasında duruyor, derken ilgili yönetici hissedarın kararına yakın bir görüş beyan edince bu 180 derecelik dönüşü anında sorguluyor:


“Bana illa bu ürün olacak dediniz. Şimdi nasıl karar değiştirirsin!” diye yükseliyor hatta. Toplantıdan sonra hissedarlardan randevu alıp yanlarına gitmiş ve bir daha toplantıya gelmelerini istemediğini dile getirmiş. “Siz varken ekibin doğruları söylemeye gücü yetmiyor. Sizin duymak istediklerinizi söylüyorlar. Bu şirket sizin duymak istediklerinize göre değil, teknik kararlara göre yönetilmelidir.”


Dediği de oluyor. Düşünsenize, bugün ne kadar da bize uzak geliyor böyle bir yönetici tutumu. Açıkçası çok imrendim. Kişinin, desteklediği fikrinin arkasında durmaya cesareti yeten bir yöneticisinin olması gurur verici…


 

Bugün, firmasını (halen daha) Excel tablolarıyla yöneten şirket sahiplerini biliyorum. Teorik olarak güzel ama bunun karşılığı bu dönemlerde maalesef pek yok. Çünkü rakamların göz ardı ettiği şey, onları sağlayan fiziksel noktalar. Yani satış noktaları… 


Ciliv, kariyerinin hiçbir döneminde saha ile irtibatını koparmamış. Ona yöneticilerinin anlattıkları ile yetinmemiş, bayilerin ve alt bayilerin durumlarını bizzat gözlemlemiş. Çünkü satış ekipleri ile ilgili yaklaşımını şöyle nitelemiş:


“Klasik ilişki odaklı satışçılar değil, her biri bir genel müdür olan satışçılar istiyorum.”

Çünkü, “müşteri yoksa bayi yok, bayi yoksa satış yok, satış yoksa biz de yokuz” yalın mantığını içselleştirmiş biri. Hatta şu sözü çok vurucu: “Biz, değil kaybetmek, müşterilerimizi her gün tekrar kazanmalıyız.”


 

Ciliv, belirli aralıklarla ekibinden geri bildirimler toplarmış. Bu vesile ile engelli bir çalışanı, mahcup bir şekilde e-posta atmış kendisine. Turkcell binasının katlarını çıkarken zorlandığını dile getirmiş. Ciliv ise bu postayı aldığı için çok hayıflanmış. Bizat görüşmüş o çalışan ile. “Bunu nasıl düşünemeyiz!” diye kendine kızmış ve 1 hafta içinde engelli platformları yapılmış.


O eski çalışan bakın ne demiş. Onun sözleri ile yazıyı noktalayalım:


“Bu adam buradaysa ben maaşsız da çalışırım diye düşünmeden edemedim. Kendimi çalıştığım yerde ilk defa bu kadar değerli hissetmiştim. Böyle şeyleri genellikle Amerika’daki, İngiltere’deki şirketlerden bahseden o kitaplarda okur; TED konferanslarında dinleriz ama bana göre Süreyya Ciliv, Türkiye iş hayatının gizli kahramanıdır.”
 

Satır aralarında daha çok nokta var ama yazarsak uzayacak. Belki bir gün başka bir mecrada üzerine konuşma fırsatı buluruz kim bilir...


Hasılı, örnek alınası bir hayat hikayesi çok akıcı bir dille kaleme alınmış. Zaman harcayanların emeklerine sağlık.


Edinilip okunması, ilham alınması, benzerlerinin çoğalması dileğiyle…

40 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page