top of page
Yazarın fotoğrafıAbdullah Nurata

Karpuz Ağacı


Geçen ay, pek çok atama ve terfi gönderileri düştü önümüze. Tümünü can-ı gönülden tebrik ederim. Bu terfiler, aklımdaki bir konuyu yazmaya vesile oldu. Hedefim, her türlü büyüme ve yükselme mekanizmasının değerlendirmesi için zihinleri gıdıklamak. Yetkinlik ile yeterlilik konusunda birkaç çıkarım yapmak ve bu teraziyi farklı birimler ile bağlayıp biraz düşündürmek istiyorum.


Her kademeden farklı hayat tecrübelerini okuyoruz, yaşıyoruz. Kazançlarımız oluyor. Mevcutu görebiliyoruz ama neyi kaybettiğimiz bilinmeden gelen kazancımız da bizi aldatıyor gibi geliyor bana. Somutlaştırayım biraz.


Birkaç ay önce Interbrand'in 2023 En iyi Global Markalar listesi yayınlandı.


Konuya yabancı olanların zihninde bir resim oluşması için şöyle özetleyeyim; Dünyanın en değerli markası Apple. Değeri 500 milyar $. Brand Finance raporuna göre de ülkemizin en değerli 100 markasının toplam değeri: 15 milyar $. 

Ya da şöyle: Volkswagen’in değeri 15 milyar $, bizim en değerli 100 markamızın toplam değeri 15 milyar $. 


Bu global listedeki kurumların yaptığı neleri yapmıyor olabiliriz biz? Ben ve benim gibi düşünenlerin yıllardır tekrar ettiği konu: katma değerli üretim, katma değerli satış ve markalaşmak. Bu 3 sonuca ulaşmayı “arzulamak” güzel. Bedelini ödeyip, uzun vadeli düşünüp “yapmak” ise daha güzel…


Karpuza bağlayalım.


Her işletme hasat zamanı meyve toplamak ister. İşletmelerimize dallarındaki kirazlar yetmediği için kiraz yerine elma koyuyorlar. Dallar biraz zorlanıyor ama bazı dallar kaldırabiliyor elma ağırlığını. Bir süre sonra elma da yetmiyor, karpuz istiyor işletmelerimiz. Gözden kaçan nokta, dalı güçlendirmeden meyveyi büyütmek istiyorlar. Böyle olunca da dal meyveyi taşımıyor. Bence ülke sanayicimizin özeti budur.


Markalaşmadaki süreç, fiziksel yatırım yapan işletmeler için de böyle:


Yüksek teknoloji bir üretim hattı kurarlar ya da birkaç kez kullanacakları çok pahalı bir makine yatırımı yaparlar ama şirket yetkinlikleri ne o makineleri kullanabilecek durumdadır, ne de o hattın sonunda çıkacak ürünleri satabilecek/pazarlayabilecek durumdadır. Sadece “parasıyla değil mi kardeşim” yaklaşımı ile bu işleri çözebileceğini düşünen patronlara bu işlerin öyle yürümediğini gösteren ise, maalesef hayatın ta kendisi olur.


Terfi mekanizmalarında da benzer süreçler var:


Misal; bir usta 3 kişiyi idare edebiliyordu diyelim. Adam eksikliğinden dolayı onu ustabaşılığa ya da daha yukarıya terfi ettirdiniz. Ama o henüz 30 kişiyi yönetebilecek yetkinliğe sahip değildi ki. “Olsun olsun yaparsın sen” dedik. Maaş da güzel gözüktü ustaya, kabul etti diyelim. Bir süre sonra iş yükünden, fazla mesaiden, insanların dertleriyle uğraşmaktan şikâyet etmeye başlar. Eldeki usta da böylece gider.


Bu süreci varın siz beyaz yakalılar üzerinden okuyun.


Arife tarif gerekmez elbet ama yine de kısaca hissemizi yazayım.


Herhangi bir süreçte neticenin büyük olmasını istiyorsak önce o yükü taşıyabilecek bir altyapı kurmamız şarttır. Yoksa altında eziliriz. Kocaman kocaman meyveler istiyorsak, sapasağlam dallar inşa etmemiz lazım.


Yoksa dallar kırılır, ağaç da kurur bir süre sonra.

29 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page