Pazarlama kaslarını güçlendirmeye çalıştığımız bir markamız vardı. İçeride biraz yapılanma yapılmıştı. Ayrıca bir pazar araştırması yapmaya da ikna etmiştik yönetimi. Akabinde de şirketin tüm birimlerinin katıldığı bir çalıştay organize ettik. Özellikle daha statik birimlerde çalışan ekip üyeleri için çok güzel geçmişti o gün.
--
İçerik bağımsız, kurum çalışanlarının, en azından orta-üst yöneticilerin, yine en azından yılda bir defa bu tür eğitim-toplantı-seminer organizasyonlarında bir araya gelmesi ekip sinerjisi açısından çok faydalı. Hem birbirlerine olan önyargıları yıkılıyor, hem de sonrası için çok daha sağlıklı bir iletişim ortamı kuruluyor şirketlerde.
--
Neyse, bu sıcak ortamın etkisiyle ben de temasta olduğum birimlerle mümkün olduğunca çok iletişim kuruyorum. Sadece yemekhane sırasında gördüğüm bazı isimlerin yanına gidip özellikle hal-hatır soruyorum, çay molalarında tek kalan kişileri yalnız bırakmıyorum falan.
Katılımcılara gösterdiğim bu kapsayıcı ve anne şefkatli yaklaşımımın meyvesi olarak kurumun finans müdürü bir molada yanıma geldi. “Üstadım” dedi, “bize anlattığın şeylerin önemini ben çok iyi biliyorum. Bak sana anlatayım…” diyerek tüm ilgimi üzerine çekti.
Bu arkadaş zamanında bir firmada yine finans biriminde yöneticilik yapıyormuş. Finansçıları bilirsiniz, koca şirketin tüm parasal baskısı onların üzerindedir. Ödemeler için tahsilata baskı yapar, harcama dengeleri için tüm birimleri diri tutar, bankalar ile sıcak ilişki içerisindedir, şirketin finansal kaynaklarını artırmaya çalışır, istihbarat falan derken dertli ve stresli iş.
“Biz devamlı bu dengeyi tutturmaya çalışırken, giderleri azaltmak yönünde telkinlerde bulunurken bir birim var ki, durmadan gözümüze batıyor” diyor.
Kim o birim?
Pazarlama tabii ki.
“Biz ne yaptıklarını bilmiyoruz ama yaptıkları şeylerin çok da ucuz şeyler olmadığını biliyoruz haliyle” diye ekliyor. Araştırmalar, danışmanlıklar, ajanslar, testler, numuneler, ambalajlar, prodüksiyonlar falan. “Pazarlamadan fatura geldikçe biz burnumuzdan soluyoruz” diye de itiraf ediyor.
Kısa sayılmayacak bir süre bu böyle devam etmiş. Arada finansın pazarlama ekiplerine olan kızgınlıklarını yatıştıracak birileri de olmadığından bir süre daha bu şekilde soğukluk sürmüş.
Ama elbet bir sonu olmuş.
Mutlu son.
.
.
.
Bir gün gelmiş, o araştırmalar meyvesini vermiş.
Ambalajlar ayağa kalkmış.
Prodüksiyonlar televizyonlarda boy göstermeye başlamış.
Ortalık ayağa kalkmış resmen.
Herkesin dilinde bu çalışmalar.
Finansçı arkadaş, “o zaman anlamıştım işte pazarlamanın önemini” diyor.
Sonrası müthiş kârlar, müthiş gelirler, müthiş ihracat, müthiş ürünler, müthiş marka.
E tabi bu kadar okuduysanız bu kurumu da merak etmişsinizdir.
Merakınızı gidereyim.
O şirket: Şölen
O marka: Biscolata
Bu hatırayı neden anlattığım malum.
Ama şunu da belirtmiş olayım; bu uygulamalar aslında pazarlamaya ayırabilecek bütçesi olduğu halde o bütçeyi bambaşka şeyler için kullanan kurumlar için çok geçerli. Milyonlarca liralar harcayıp yeni bir şube açmak, yeni makine almak gibi somut yatırımlar yapmak yerine bu yatırımı beşeri sermayeye ve markaya kaydırma vizyonu olan markalar için.
Yoksa her marka çıraklık evresinde süngü ile savaşmak durumunda.
Eldeki imkanları en iyi şekilde kullanmak zorunda.
Dolayısıyla bir şekilde pazarlamaya temas edin.
Diğer taraftan dev bir markanız yoksa,
pazarlama ekibiniz yoksa,
nasıl yapacağınızı ve nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız,
belki de birlikte yapacağımız bir yol arkadaşlığı size iyi gelebilir.
Bana özelden yazmaktan çekinmeyin. 🌱
Comentários